MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında sözlerine PKK saldırısı ve Elazığ'da meydana gelen depreme değinerek başladı. Bahçeli'nin konuşmasından satır başlıkları şöyle:
Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde PKK terör örgütü tarafından döşenen mayının patlaması sonucunda, bir askerimizin şahadeti ve üç askerimizin yaralanmasıyla vuku bulan elim hadisenin hepimizi yüreğimizden yaraladığını belirtmek istiyorum.
Ayrıca, Elazığ ilimizin Karakoçan ve Kovancılar ilçelerinde meydana gelen ve 51 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine, çok sayıda vatandaşımızın ise yaralanmasına neden olan depremin üzüntüsü içerisindeyiz.
Terör saldırısında şehit olan Mehmetçiğimize ve bu doğal afette hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar, milletimize başsağlığı diliyorum.
SORUMLU BUGÜNKÜ HÜKÜMET
Yaşadığımız bu depremle birlikte ülkemizin talihsiz bir gerçeği ile tekrar ve acilen yüzleşmek gereğinin doğduğuna inanıyorum.
Elbette ki can ve mal kayıplarının sorumluluğunu yalnızca bugünkü yönetime yükleyecek bir siyasi fırsatçılığın peşinde asla olamayız. Ancak görülmemiş kalkınma ve gelişme iddialarının ne kadar temelsiz olduğunu da görmek lazımdır.
Altı şiddetindeki bu depremin neden olduğu tahribatın boyutu, milletimizin uzun yıllardır nasıl ihmal edildiğini, medeniyetten nasıl mahrum bırakıldığını gösterdiği gibi, yaşadığımız acı derslerden hala sonuç çıkaramadığımızın da uyarısı olmuştur.
Depremin zamanını ve tesirini önlemek mümkün değilse de tahribatını asgariye indirmek insanoğlunun elindedir.
Bu konuda şuurlanmış toplumlarla, sorumluluk üstlenmiş yöneticilerin bulunduğu ülkelerdeki depremlerin en az hasarla nasıl atlatılacağı yaşanan örneklerle sabittir.
Elbette ki ülkemizin ihmal edilmiş sorunlarının boyutları ve çeşitliliği büyüktür. Ancak insan hayatının doğrudan etkilendiği bu konuda mutlaka tedbirler alınmalıdır.
TÜRKİYE'NİN BİR NUMARALI SORUNU
Türkiye’nin bir numaralı sorunu olan işsizlik AKP’nin gündeminde yoktur. Bundan sonra olma ihtimali de görülmemektedir.
Anlaşıldığı kadarıyla, Başbakan Erdoğan için işsizlik önemli bir konu değildir. Emeğiyle evine ekmek götürmek isteyenler, helal kazancın arayışında olanlar, üretmek ve çalışmak kaygısı taşıyanlar Başbakan’ın görüş menzili ve siyaset algısı içinde yer almamaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın işsizliğin ortaya çıkarabileceği siyasi ve sosyal sonuçları ne kadar anladığı ve kendisine dert edindiği başka bir tartışma konusudur.
Ancak, bu zihniyetin, siyasi gündemi meşgul eden ve şimdilik hiç yeri ve gereği olmayan meselelerle insanımızı oyalamanın yollarını aradığı da bir vakıadır.
Son bir yıllık Türkiye manzarasına baktığımızda, tartışma konularının periyodik olarak çok sık değiştiğine şahit olmamız mümkündür.
Bu süreçte konuşulmadık ve dile getirilmedik hiçbir konu başlığı kalmamış, ancak sıra ekonomik sorun ve problem alanlarına geldiğinde aynı istek nedense yerini birden bire kararsızlığa ve hatta suskunluğa bırakmıştır.
Maalesef vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu, kendi dertlerinin çözümü için AKP’nin yakasına yapışması gerekirken, iktidar partisi tarafından kurgulanan kamplaşma ve gerginlik oyunun ortasına düşmüşlerdir.
Doğal olarak yaratılan yüksek gerilimli siyasi atmosfer içinde, ekonomik açmazlar hak ettiği ilgiyi görmemiş, aynı zamanda ciddiyetle ve önemle ele alınmamıştır.
AKP, işsizliğin etki ve kuvvetini zayıflatmak yerine, her şeyi ters yüz etmiş, mağdur ettiği milyonlarca kardeşimizi alçakça kandırmıştır.
Artık utanma ve hayâ duygusunu kaybeden zihniyet sahipleri, işsiz kardeşlerimizin kaygı verici hayat şartlarıyla dalga geçer gibi konuşmakta; “Laf üretmiyoruz, iş üretiyoruz” diyerek sabırları zorlamaya başlamışlardır.
ERDOĞAN İŞ TAKİPÇİSİ
Başbakan Erdoğan’ın kimin için iş ürettiği, kimlerin işini takip ettiği esasen milletimiz tarafından bilinmektedir.
Hal böyleyken, laf cambazlığı konusunda maharet sahibi olan bu zihniyetin iş üretmekten bahsetmesi; yeni yolsuzluk kanallarının açılacağını, akraba ve yakınlara yeni iş alanlarının oluşacağını işaret etmektedir. İş üretmekten bizim de, aziz milletimizin de anladığı budur.
İşsiz vatandaşlarımız için yeni iş sahaları, çalışabilecekleri işyerlerinin tesisi ve kurulabilmesi şimdilik hayaldir. Çünkü Başbakan Erdoğan, yandaşları istihdam etmekten ve onlara milletimizin kaynaklarını peşkeş çekmekten, başını kaldırıp durumları çok acil hale ge north california seo len milyonlarca işsizimizle ilgilenmeye vakit bulamamaktadır.
Türkiye ekonomisi uzun süreden beri kriz altındadır. Ve vatandaşlarımız bundan dolayı son derece bunalmıştır.
Ekonomik krizin sonucu olarak iki alanda endişe verici sonuçlar ortaya çıkmış ve insanımızın hayat şartlarını etkilemişlerdir.
Bunlardan birincisinin işsizlik olduğu kuşkusuzdur. Diğeri ise geçtiğimiz ay tekrar iki haneye ulaşan enflasyondur.
2009 yılı işsizlik verileri, toplumsal yapıya bir ateş topunun düştüğünü göstermektedir. Bu kadar ağır ve vahim bir sorunu toplumun kaldırması çok zordur.
Meselenin daha düşündürücü tarafı ise, az önce de vurguladığım gibi, AKP iktidarının yol haritasında işsizlikle ilgili umut verici herhangi bir hususun olmamasıdır.
Bırakınız bunu, AKP hükümeti ısrarla işsizliği konuşmamaya özen göstermektedir. Bunu gören herkes, sanki Türkiye’de böyle bir felaketin yaşanmadığını düşünecektir.
İşsizliğin nedenlerini kendi dışındaki faktörlere yükleyen ve kaynakların kıtlığına sıkıştıran AKP iktidarının, bu meselenin çözümü için attığı ilk adım tamamıyla yanlış ve hatalıdır.
ERDOĞAN BUNLARI ANLAYAMAZ
Siyasi ve ekonomi zihniyetini yabancı başkentlerin jeopolitiğinden kopya eden Başbakan Erdoğan ve partisinin, bizim bu düşüncelerimizi bu haliyle anlaması ihtimal dâhilinde olmayacaktır.
Milletimizin; çapsız, heyecansız, bitkin, yorulmuş, buna rağmen cebini de doldurmuş AKP kadrolarının, Türkiye’nin gelecek perspektifine engel olmasına daha fazla katlanması düşünülemeyecektir.
Ekonominin hiçbir sorununda muvaffak olamayan iktidar partisi, bu aczini ve yetersizliğini perdelemek amacıyla sinsi ve habis senaryolar tertip etmekten çekinmemiştir.
İlkeleri çökmüş olan ve hiçbir sorunu temelinden ele alamayan hükümet zihniyeti, işsizliğin halli konusunda istekli olmamış, yoksulluğun azaltılması hususunda lazım gelen hedefleri tayin edememiştir.
AYRIŞTIRMA KONUSUNDAKİ GAYRETLER
Ancak nedense bu hükümet;
Milletimizi ayrıştırmak konusunda çok gayretli olmuştur.
Habur’da terörist karşılamada çok heyecanlı davranmıştır.
Okyanus ötesinin talimat listelerini tatbik etmede çok acele etmiştir.
Ermenilere ilişkide, milli onuru ayaklar altına almada coşkulu görünmüştür.
Bölücülerde heves uyandırmıştır.
Ve bunların karşılığında İmralı’dan takdir almıştır.
Bu hükümet etme zihniyetinin önceliği ve politika esasları bellidir. Ve bunun içinde ne Malatya’lı işsiz kardeşim vardır, ne de yoksul Kahramanmaraş’lı hemşerim bulunmaktadır.
Pancar tarlalarında çalışmak için gurbete çıkan Konya’lı topraksız vatandaşım AKP’nin aklına dahi gelmemiştir.
Karınlarını doyurabilmek amacıyla, memleketlerinden koparak yüzlerce kilometre uzağa fındık toplamaya giden Mardin’li, Urfa’lı insanımız AKP’nin hatırında değildir.
Torosların yaylalarında, bir dilim ekmek için ömür tüketen Yörüklerimiz unutulmuş ve kendi kaderlerine terk edilmişlerdir.
Takasıyla, kayığıyla rast gele diyerek rızkını denizde arayan Rize’li, Giresun’lu vatandaşımız Başbakan Erdoğan için bir anlam ifade etmemektedir.
Onun için varsa da yoksa da; küresel şebekeler, ülkeler üzerinde sıcak para operasyonları yapan para baronları, Peşmerge kalıntıları, Kandil kadroları, Bürüksel komiserleri ve okyanus ötesinden alacağı talimat listesi önemlidir.
Milliyetçi Hareket Partisi, böylesi bir zilleti reddetmektedir. Bu hayâsız ve seviyesiz yönetim anlayışıyla sonuna kadar mücadele edecek ve ilk fırsatta bu devrin tüm sorumlularının lekeli alınlarını adaletin duvarına vuracaktır.
ERDOĞAN BİLİNCİNİ KAYBETTİ
Başbakan Erdoğan bilincini kaybetmiş bir şekilde, her şeyi çarpıtmaktan ve yalanla, riyayla gerçekleri tahrif etmekten hiç çekinmemektedir.
“Bu ülkenin fabrikaları tıkır tıkır işleyecek ve üretecek ve üretiyor. Bu ülkenin esnafı her sabah umutla kepengini açıyor.” diyecek kadar gözü dönen, nerede yaşadığını unutan ve ülkemizi ne hale getirdiğini ihmal eden Başbakan Erdoğan’a son olarak diyeceğim şudur:
Senin hakkından, inen kepenklerinin arkasında gözü yaşlı ve sabırla önüne konulacak sandığı bekleyen esnafımız gelecektir.
Senin yakandan, toprağında bereketi kalmayan, mahsulü tarlasında kalmış olan, güneşin altında yanmış çiftçimiz tutacaktır.
Senin hesabını, feryatlarına kulak tıkadığın milyonlarca işsizimiz görecektir.
Sana bu millet hakkını helal etmeyecek, hayatının geri kalanında vicdan azabıyla baş başa kalmaktan başka seçeneğin olmayacaktır.
Sayın Erdoğan sen gideceksin. Devri iktidarın mutlaka sona erecektir. O zaman Türkiye’de güneş başka doğacak ve üç hilal sevgi olacak, aş olacak, iş olacak ve huzur halinde vatanımızın her köşesine yağacaktır.
Muhterem Milletvekilleri,
Türkiye’mizin her alanda ağır tahribata maruz kaldığı, dış dayatmaların ardı ardına geldiği bir dönemde ne talihsiz bir tezattır ki birkaç gün sonra 12 Mart’ta İstiklal Marşımızın TBMM’de kabulünün 89. Yıldönümünü kutluyor olmanın gururunu yaşayacağız.
Üzücü olan, aziz milletimizin bekasına yönelik tehditlerin sıklaştığı bugünlerde bu eşsiz zafer destanının, kahramanlık manzumesinin yazıldığı sancılı sürecin bütün belirtileri ve aktörlerinin yeniden karşımıza çıkmış olmasıdır.
MEHMET AKİF'İ SAYGIYLA ANIYORUZ
Hepiniz bilirsiniz; İstiklal Savaşımızın muhteşem hatırası olan bu destanı kaleme alan Mehmet Akif Ersoy’un “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” mısralarında anlamını bulduğu gibi, milletimiz adına maalesef 89 yıl sonra yine mücadele verilecek vasat başka bir yönüyle olgunlaşma aşamasına gelmiştir.
Dönemin sömürgecilerine karşı aziz vatanın bütünlüğünü ve milletin birliğini korumak için yola çıkmış ve zaferle taçlandırmış kahramanların emaneti yine ciddi tehlikeler içindedir.
1915 Çanakkale’sinden başlayıp 1922 İzmir’ine kadar verilen varoluş mücadelesi ile Anadolu’da tutunma inancı ve ülküsü yeniden derin bir kırılma yaşamak üzeredir.
Yokluk ve zorluklara rağmen büyük bir inanç, şuur ve heyecanla girişilen istiklal mücadelesinin mükâfatı olan Cumhuriyetimizin temel değerleri bugün tehdit altındadır.
Türk milleti gerçeğine dayanan milli kimliğimiz, bu kimliğin üzerine şekillenmiş milli devlet yapımız üzerindeki riskler son derece artmıştır.
Bin yıldır ilmek ilmek dokunan ve bizi bir millet yapan bütün yapı yıkılmak, asırların eseri olan kardeşliğimiz bozulmak istenmektedir.
Bazen zaferlerle, bazen yenilgilerle, bazen göçlerle, bazen fetihlerle yazılmış ve muazzam bedeller ödenerek vücut bulmuş Türk milleti; birbirinden kopmuş kabileler haline getirilmeye çalışılmaktadır.
Ve İstiklal Marşımızın abideleştirdiği Kurtuluş Savaşımızın sebebi olan tarihi defterler yeniden açılmakta, 89 yıl sonra Türk milletine karşı yine ahlaksızca meydan okunmaktadır.
Kim ne derse desin, nasıl yorumlarsa yorumlasın bir asır sonra da tehdit aynı tehdittir, hedef aynı hedeftir, hasım aynı hasım, proje aynı projedir. Ve işbirlikçiler de ne üzücüdür ki o günkülerin bugün yaşayan torunlarıdır.
1921 yılının o heyecanlı günlerinde Kurtuluş Savaşının yönetim Merkezi olan bu gazi Meclisin çatısı altında, Hamdullah Suphi beyin yüksek hitabıyla yankılanan ve “Korkma” diyerek başlayan İstiklal marşımız aslında bin yıllık bir duruşun, direnişin, mücadelenin ve var oluşun dünyaya ilanıydı.
Tam on asır boyunca üç kıtaya at koşturmuş, zalime aman dedirtmiş, mazlumun gözyaşını silmiş; hakkı, adaleti ve hakkaniyeti insanlığa tanıtmış bir büyük milletin, tarihin imbiğinden geçerek gelmiş tertemiz hatıralarının özeti ve eseridir.
Bu mısraları bir istiklal marşına çeviren sır yalnızca yazıldığı dönemin ağır şartları değil, bin yıllık bir derinliğin, millet ruhunda ve vicdanında taşınan haykırışıdır, bütün insanlığa Türk milletinin ebedi ikazıdır.
Bu itibarla, İstiklal marşımızın anlamındaki derinliği yakalamanın yolu, geride kalan asırların aziz hatıralarını ve ecdadın yadigârını tanımaktan ve bilmekten geçmektedir.
Türk milletinin “ezelden beridir” hür yaşama ve var olma iradesinin yüksek beyanı olan bu eşsiz mısraları doğru anlamak ve doğru anlamlandırmak gerekmektedir.
TARİH GERİ DÖNDÜRÜLEMEZ
Bize göre tarih kendi şartları içinde yaşanmış bütün hatıraların toplamıdır.
Türk milletinin tarihi ise acı veya tatlı anıların, zafer veya üzüntülerin, başarı veya başarısızlıkların yer aldığı, ama her zaman iftiharla dile getireceğimiz geride kalan hayatımızdır.
Bizim tarih telakkimize göre, bugün yaşadıklarımız dünün, yarın yaşayacaklarımız ise dünün ve bugünün eseri ve sonucu olacaktır.
Tarih yaşanmış, yazılmış, hükmünü vermiş ve defterler kapanmıştır. Geriye dönmeye, yeniden yaşamaya imkân da yoktur.
Tarihimizde de ne yaşanmışsa aziz hatıraları bugün yaşayan nesilleri olarak bizim namusumuza emanettir ve bizim sorumluluğumuzdadır.
Biz Başbakan Erdoğan gibi anlamı kendinden menkul bir anlayışla tarihle yüzleşeceğiz diyerek ecdadımızı canilikle suçlayamayız, hoş görüneceğiz diye hasımlarla aynı ağzı kullanamayız.
Biz AKP zihniyeti gibi, isyan elebaşlarını alkışlayıp, çapulcuları ve eşkıyayı kutsayıp; ayaklanmaları bastıranları lanetleyemeyiz.
Böylesi bir zihniyetin, 10 Nisan 1919 günü idam ettiği Boğazlıyan Kaymakamı şehit Kemal Bey’e yaptığı tarihi haksızlık ve vebalin bu konuda ibret verici olduğunu hatırlatmak isterim.
Bizim tarihimizde, savaş meydanlarında bize karşı kaybedenlerin, barış masalarında gafil yöneticilerimiz eliyle zafer arayışlarının sayısız örnekleri vardır.
Mazimiz, bütün gayretlerine rağmen bizimle baş edemeyenlerin, yaşananları çarpıtarak, ecdadımızı yargılamaya çalışanların bitmeyen arayışlarıyla doludur.
Ne var ki, bu niyetlerin karşılık bulması için iddia sahiplerinin ısrarı yeterli değildir. Bu iddiaları sıcak bulan, tarihimize yabancı gözüyle bakan işbirlikçilere de ihtiyaç vardır. Ve ne talihsizliktir ki, içimizdeki bu bedhahlardan özellikle günümüzde yeterince mevcuttur.
Bu itibarla geçtiğimiz hafta sonu Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisinde ecdadımızı soykırımcı olarak suçlayanların varlığını çok da önemsememek lazımdır.
Tarihle yüzleşmemiz gerektiğini söylerken ABD Başkanını yüce Meclis çatısı altında ayakta alkışlayan vekillerin bulunduğu,
Minareleri bile yasaklayan, Islama karşı önyargılı bir devletin hakemliğinde Ermenilerle kucaklaşan hükümetin olduğu,
Avrupalıların gönlünü hoş tutmak için Türklüğün tanımını gevşetmeye çalışanların, yabancı vakıflara imtiyaz vermek için ev ödevlerini yapanların bir biriyle yarıştığı ve,
“Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi” diyerek kendi ceddine hakaret eden bir Başbakanın bulunduğu ülkede, okyanus ötesinden bir yabancının bu kararı almış olması asla şaşırtıcı değildir.
Elbette ki muazzam bir mücadele ile tarihi hem yapmış hem de yazmış binlerce yıllık bir milletin kahraman evlatları olarak, Edirneli’nin, Vanlı’nın, Trabzonlu’nun, Bitlisli’nin, Sivaslı’nın, Antalyalı’nın, Hataylı’nın, Iğdırlı’nın, Muğlalı’nın ve onların eşsiz ecdadının hakkında, hüküm vermek; Nevyorklu’nun, Vaşingtonlu’nun, Teksaslı’nın, hakkı da değildir, haddi de değildir.
Üstelik insanlığın acıları, yüz binlerce din kardeşimizin dramı üzerine hayat bulan, zulüm ve gözyaşı, sömürü ve savaş üzerine oturanların harcı da olamaz.
Ancak, gelinen bu noktada öncelikle suçlanması gerekenler, ikaz edilmesi lazım gelenler ABD’li parlamenterler midir, yoksa buna fırsat tanıyan, göz yuman, taviz üstüne taviz veren ve hatta ön alan AKP zihniyetinin temsilcileri midir?
Türkiye’nin, AKP ile birlikte süratle üzerindeki ataleti attığından bahseden, hızla her alanda dinamizm kazandığından dem vuran, uluslar arası ilişkilerde itibarını iddia edenlerin geldiği son durak burasıdır.
Hükümetin ve Başbakanın yaşadığı şaşkınlığın nedeni; Ermenistan’la yakınlaşmaya itilen AKP’nin, bu ev ödevinin diyetini bulamayışının derin hayal kırıklığı olmuştur.
AKP hükümeti üzerindeki baskıları bir nebze olsun atabilmek için dayatmalara direneceği yerde Ermenistan’la zamansız ve tek taraflı ilişki kurma konusunda bir kumar oynamak istemiş, ancak kaybetmiştir.
Bugün gelinen aşamada, büyükelçimizin Ankara’ya çağrılması, oylamanın komedi olarak yorumlanması, “ne yapacağımızı göreceksiniz” diyerek kuru gürültü çıkarılması hükümetin iflasını gizlemeye yetmeyecektir.
Başbakan Erdoğan, oylama sonucunu sözde ciddiye almadıklarını göstermek için “Türkiye’nin büyük ülke olduğunu, büyüklüğünü anlamayanların da anlayacaklarını” ifade etmiştir.
Evet gerçekten de Türkiye, tehditlere kulak asmayacak, iftiralarla lekelenemeyecek, ecdadının şeref ve haysiyeti yalanlarla incitilemeyecek kadar büyük bir ülkedir.
İçinde yaşayanlar da çok büyük bir millete mensuptur. Bu tespit son derece doğrudur.
İNCİRLİK'İ YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLSİN
Bahçeli partisinin grup toplantısının çıkışında basın mensuplarının sorularını yanıtladı. “27 Mart’ta Urfa’ya gidiyorsunuz. Diyarbakır'a da gidecek misiniz" sorusuna Bahçeli, "Türkiye'nin her tarafına gideceğimi söyledim. İnşallah” dedi.
GENEL AFFA TEPKİ
Bahçeli'ye CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel affa yeşil ışık yakan sözleri de soruldu. Genel affın "PKK talebi", "AB dayatması" olduğunu ileri süren Bahçeli şunları söyledi:
"CHP nerede, neye, nasıl duracağını netleştirmelidir. Böyle gelişigüzel coğrafyaya dağılmış şekliyle siyaset yapılmaz. Herkes nerede konuşursa konuşsun ama esas söz Başkentte olmalıdır".
Bahçeli Başkent sözleriyle bu konuda CHP lideri Baykal'ı açıklamaya davet etmiş oldu.
Kategori : POLİTİKA